Allah’ın rızasını kazanmak için infak ederler
Allah Kuran’ın pek çok ayetinde, infak etmenin müminlerin sorumlu
olduğu ibadetlerden biri olduğunu belirtmiştir. İnfak etmek, müminin
Allah’ın kendisine vermiş olduğu her nimeti Allah yolunda, O’nun
rızasını kazanmak için kullanmasıdır.
İnfak etmenin, müminin Allah’a duyduğu sadakatin bir göstergesi
olduğunu, iman etmeyen ya da münafık karakterli insanların, bu konuya
bakış açılarıyla kıyaslayarak da anlamak mümkündür. Kesin bir bilgiyle
iman etmeyen samimiyetsiz kimseler için, sahip oldukları maddi servet
çok değerlidir. Kendi inançlarına göre, sahip oldukları bu değerli
şeyleri, kesin bir bilgiyle inanmadıkları veya şüphe duydukları bir şey
uğruna asla harcayamazlar. Allah’a ve ahirete zayıf bir imanla
inandıkları için de, Allah’a ve elçisine karşı bir sadakat duymaları ve
bu yolda sahip olduklarını severek kullanmaları söz konusu olmaz. Bu
nedenle, Allah yolunda infak etmeye çağrıldıkları zaman bundan kaçarak
cimrilik ederler. Allah, kalplerinde hastalık bulunan insanların bu
samimiyetsiz tavırlarını Kuran’da şöyle bildirmektedir:
|
|
|
|
İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye
çağrılıyorsunuz; buna rağmen bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik
ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise, Ganiy
(hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)’dir; fakir olan sizlersiniz. Eğer yüz
çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra
onlar, sizin benzeriniz de olmazlar. (Muhammed Suresi, 38) |
|
|
|
|
İmanlarında hastalık bulunan bu insanların bir başka çirkin
davranışları da, dine zarar vermek ve müminlerin birbirlerine olan
bağlılıklarını kırmak için, Allah’ın ”Onlar ki: “Allah’ın ve Resulün
yanında bulunanlara hiçbir infakta (harcamada) bulunmayın, sonunda
dağılıp gitsinler” derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri
Allah’ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar.” (Münafikun Suresi,
7) ayetiyle belirttiği gibi, başkalarının da müminlere yardım etmesini
engellemek istemeleridir. Kendi aralarındaki sadakat duygusu, sadece
paraya ve mala bağlı olduğundan, müminlerin birbirlerine olan
bağlılıklarını da ancak bu açıdan değerlendirebilmektedirler. Bu şekilde
hareket ettiklerinde, iman edenlerin ‘dağılacaklarını’ sanırlar. Oysa
müminlerin kendi aralarındaki birliktelikleri maddi değerler üzerine
kurulu değildir. Onları birarada tutan Allah’a olan imanları,
sadakatleri ve Allah korkularıdır. Bu nedenle de münafık karakterli bu
kimselerin bu yöndeki girişimleri hiçbir zaman için sonuç vermez.
Münafık karakterli insanların gösterdikleri bu ahlak, müminlerin
mallarını Allah’ın rızasını kazanmak için infak etmelerinin önemini
ortaya koymaktadır. İnfak, salih bir müminle bir inkarcıyı ya da münafık
karakterli bir insanı birbirinden ayıran önemli ibadetlerden biridir.
İnkar edenlerin, müminleri Allah yolundan alıkoymak için mallarından
harcama yapmaları ise, bu kimselerin akılsız davranışlarının bir diğer
örneğidir. Allah, bu kimselerin bu amaçla yaptıkları harcamaların
kendilerine ‘yürek acısı’ olarak geri döneceğini Kuran’da şöyle
bildirmiştir:
|
|
|
|
Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah’ın yolundan
engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar.
Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır.
İnkar edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır. (Enfal
Suresi, 36) |
|
|
|
|
Bu kimseler infak etmenin anlamının ve değerinin ve bunun dünyada ve
ahirette kendilerine getireceği büyük kazançların da farkında
değillerdir. Sahip oldukları herşeyin Allah’a ait olduğunun şuurunda
olmadıkları için, bunları Allah yolunda harcamaktan sürekli olarak
kaçınırlar. Kaçınmasalar bile, yaptıkları infakı Allah’ın rızasını
kazanmak için değil, sadece kendi çıkarlarına yönelik olarak, gösteriş
amaçlı yaparlar. Bu kimseler Allah’a ve Resulüne sevgi ve bağlılık
duyacakları yerde, Allah’ın kendilerine infak etmeleri için verdiği
maddi değerlere tutku ve bağlılık duyarlar. Bu kişilerdeki mal ve
zenginlik tutkusu o kadar güçlüdür ki, kendilerine infak etmeleri
hatırlatıldığında, buna karşılık vermiş oldukları cevap dahi, bu
konudaki bakış açılarının çarpıklığını ortaya koymaktadır. Allah
Kuran’da inkar edenlerin bu tavrını şöyle bildirmektedir:
|
|
|
|
Ve onlara: “Size Allah’ın rızık olarak verdiklerinden infak edin”
denildiği zaman, o inkar edenler iman edenlere dediler ki: “Allah’ın,
eğer dilemiş olsaydı yedireceği kimseyi biz mi yedirecekmişiz? Gerçekten
siz, apaçık bir şaşkınlık içindesiniz.” (Yasin Suresi, 47) |
|
|
|
|
Yukarıda tarif edilen mallarda çoğalma psikolojisi, insanı, sahip
olduklarını Allah yolunda harcamak gibi çok değerli bir ibadetten
alıkoymaktadır. Diğer yandan infak etmek, iman edenlerin Allah’a olan
güçlü sadakatlerini ve bağlılıklarını ortaya çıkarmaktadır. Allah
Kuran’da, Allah’a olan bağlılıklarının çok güçlü olması sebebiyle, Allah
yolunda infak edecek bir şey bulamadıkları zaman gözlerinden yaşlar
boşanarak geri dönen müminlerin ahlakını örnek vermiştir:
|
|
|
|
…”Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin ve infak
edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana
boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 92) |
|
|
|
|
Allah’a karşı içten bir sevgi ve sadakat duyan bir kişi, sahip olduğu
veya olacağı herşeyi bu yolda severek ve isteyerek harcar. Bu yüzden
infak etmek, Allah’ın ”Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir;
kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru
kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir.” (Hac
Suresi, 35) ayetiyle bildirdiği gibi, önemli bir mümin özelliğidir.
Müminler, Allah’ın kendilerine infak etmeleri için verdiği tüm nimetleri
O’nun rızasını kazanmak için kullanarak, Allah’a karşı olan
bağlılıklarını ve teslimiyetlerini en güzel şekilde göstermeye
çalışırlar.
Bunun yanı sıra, müminler için infak etmek o anki şartlara bağlı bir
ibadet de değildir. İnsan zenginlik içerisinde olup infak edecek mala
mülke sahip olduğunda bu ibadeti yerine getirmekle ne kadar sorumluysa,
elindeki maddi imkanlar kısıtlı olduğunda da, yine o derece sorumludur.
Ancak Allah, ‘Kendisi’ne içten bağlı kalıp’ hayra çağıran salih müminler
oldukları sürece, infak için hiçbir şey bulamayan insanların sorumlu
olmayacağını şu ayetle bildirmiştir:
|
|
|
|
Allah’a ve elçisine karşı ‘içten bağlı kalıp hayra
çağıranlar’ oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek
için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik
edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 91) |
|
|
|
|
Müminler ne kadar zor ve güç bir durumda olsalar da, eğer infak
edecek bir şeyleri varsa bunu seve seve verirler. Hangi şartlar altında
olurlarsa olsunlar, bu sorumluluklarını mutlaka yerine getirmeye
çalışırlar. Bu yüzden Allah bir ayetinde müminlerden ”Onlar bollukta da,
darlıkta da infak edenler…” (Al-i İmran Suresi, 134) olarak
bahsetmiştir. Bir başka ayette ise Allah, içinde bulundukları koşul ne
olursa olsun, müminlerin infak konusunda istikrarlı ve kararlı bir tavır
gösterdiklerini ve gizli ya da açık olmak üzere sürekli olarak bu
ibadetlerini yerine getirdiklerini bildirmiştir:
|
|
|
|
Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak
ederler. Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur
ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274) |
|
|
|
|
İnfak etmenin müminlere kazandırdığı bir başka güzellik de, bu
ibadetin müminlerin Allah’a yakınlaşmasına bir vesile olmasıdır. Allah
bir ayette infak etmenin bu hikmetini şöyle bildirmektedir:
|
|
|
|
Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret
gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya ve
elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun,
bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi
rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 99) |
|
|
|
|
Müminlerin, bu ibadetlerini ‘Allah’a yakınlaşmaya ve elçinin dua ve
bağışlamasına bir yol’ olarak görmeleri, ne kadar samimi ve teslimiyetli
bir ahlaka sahip olduklarının da bir göstergesidir. Müminler sahip
oldukları malları, Allah’ın rızasını kazanabilecekleri salih ameller
için kullanır ve bu yolla Allah’a şükredip yakınlaşmaya çalışırlar.
Dolayısıyla infak etmek, hem müminlerin Allah’a olan sadakatlerinin
gücünü ortaya koymakta hem onların imanlarını da güçlendirmekte hem de
onları Allah’a daha da yakınlaştırarak teslimiyetlerini artırmaktadır.
Allah bir ayetinde müminlerin, mallarını ”yalnızca Allah’ın rızasını
istemeyi, kendilerinde olanı ‘kökleştirip-güçlendirmeyi” (Bakara Suresi,
265) amaçlarayarak infak ettiklerini bildirerek onların bu güzel
ahlakını övmüştür.
İnkarcıların dünya hayatında çok değer verdikleri, büyük bir sevgi ve
tutkuyla bağlandıkları malları, müminler için kendilerine Allah’ın
rızasını kazandırmasını umdukları birer nimettir. Sahip oldukları
herşeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu bildikleri için, bu ibadeti
yerine getirmekte hiçbir sıkıntı duymazlar. Tüm nimetleri sadece
Allah’ın rızasını kazanmak için büyük bir şevkle kullanmaları ve infak
etmeyi Allah’a yakınlaşmaya bir vesile olarak görmeleri, müminlerin
Allah’a olan sadakatlerini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Allah yolunda ‘dosdoğru’ bir istikamet tutturmuşlardır
İnsanların düşünceleri ve yaşam tarzları, amaçlarına ve hedeflerine
göre farklılık göstermektedir. Herkesin kendi hayatından belirli
beklentileri olduğundan, her insan bunları elde edebileceği bir yaşam
tarzını benimsemektedir.
Örneğin, büyük bir şirketin yöneticisi olmak isteyen bir kişinin, bu
amacını gerçekleştirebilmesi için, üniversitenin işletme ile ilgili bir
bölümüne girmesi ve yönetici olabilmek için gerekli tüm bilgi ve
tecrübeyi kazanması gerekecektir. Yaşamı boyunca bu mesleği
sürdüreceğinden, bu mesleğin kendisine getireceği bir yaşam tarzını
benimseyecektir. Üniversitede profesör olmak isteyen bir kişi ise, çok
yoğun şekilde çalışacak, belki yurt dışına gidip yıllarca orada kalarak
eğitimini tamamlayacak, hatta bunun için gerekiyorsa gençliğinden ve
özel zevklerinden de fedakarlıklarda bulunacaktır. Kısacası insanlar,
amaçlarına göre bir yaşam tarzı seçmekte ve tüm hayatlarını bu
amaçlarını gerçekleştirebilme üzerine kurmaktadırlar.
Elbette insanın dünya hayatında kendisine birtakım hedefler
belirlemesinin ve bunlara ulaşmak için çaba harcamasının yanlış bir yönü
yoktur. Yanlış olan, tüm hedeflerini sadece bu dünyevi isteklerle
sınırlandırmış ve bunlar arasında ahirete yönelik bir hedefe yer
vermemiş olmasıdır. Kişinin hedefi sadece bu dünya hayatı ise, bu
durumda yaşamı yukarıda tarif ettiğimizden farklı olmayacaktır. Allah’a
iman etmeyen ve ahiret hayatından habersiz yaşayan bir insan, kendisi
için belirlediği geçici dünyevi hedeflere ulaşmak için çaba
harcayacaktır.
İşte müminlerle inkarcılar arasındaki en önemli farklardan birisi de
budur. Müminler inkarcılardan farklı olarak, bu dünyanın
‘değersizliğini’ ve ‘geçiciliğini’ çok iyi kavradıkları için, bu dünyaya
hiçbir şekilde bağlanmazlar. Elbette dünya hayatının nimetlerinden de
en güzel şekilde yararlanırlar ancak müminlerin bu dünyadaki amaçları
Allah’a kulluk etmek ve O’nun rızasını ve rahmetini kazanıp, cennetine
kavuşabilmektir. Bu yüzden müminler hayatlarını, kendilerine Allah’ın
rızasını kazandıracak salih amellerde bulunmaya ve Kuran ahlakını
yaşamaya adamışlardır. Allah’ın ”… Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık
elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.” (Al-i İmran Suresi,
101) ayetiyle belirttiği gibi, Allah’a sımsıkı bağlandıkları için, Allah
onları Kendi dosdoğru yoluna iletir.
Müminler, hayatları boyunca sadece Allah’ın kendilerine gösterdiği
yolu izleyen ve ”… Hiç şüphesiz Allah’ın yolu, asıl yoldur. Ve biz
alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk.” (Enam Suresi,
71) diyerek, bu yolda ‘dosdoğru’ bir istikamet tutturan insanlardır.
‘Dosdoğru bir istikamet tutturmak’, müminlerin hayatları boyunca
Allah’ın kendilerine gösterdiği doğru yoldan hiçbir şekilde
ayrılmadıklarını ifade etmektedir. Şüphesiz ki bir insanın hiçbir
dünyevi kazanç hedeflemeden, kendini sadece Allah’ın rızasını ve
sevgisini kazanmaya adaması, bu kişinin Allah’a olan güçlü sadakatini ve
bağlılığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Allah, Kuran’da
müminlerin bu üstün ahlakını örnek göstermiş ve onların melekler
tarafından cennetle müjdeleneceklerini haber vermiştir:
|
|
|
|
Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru
bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve
der ki): “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle
sevinin.” (Fussilet Suresi, 30)
Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra doğru bir
istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar
mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13) |
|
|
|
|
Müminler Allah’ın rızasını kazanmayı herşeyin üzerinde tuttukları
için, onların -Allah’ın dilemesi dışında- doğru yoldan sapmaları söz
konusu değildir. Allah onların ’kalplerine imanı yazmış ve onları
Kendi’nden bir ruh ile desteklemiştir’ (Mücadele Suresi, 22). Müminler,
Allah’ın kendilerine gösterdiği bu yolda ilerlemekten hiçbir şekilde
taviz vermezler. Buna bağlı olarak duydukları güçlü sadakat ve
teslimiyet duygusu ile Allah’ın ”De ki: “Şüphesiz benim namazım,
ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (Enam
Suresi, 162) ayetiyle bildirdiği gibi, ‘tüm hayatlarını Allah’ın rızası
kazanmak için yaşarlar’. Yaptıkları her işte Allah’ı anar ve o işi
Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle yaparlar.
Bununla beraber müminler, kendilerine isabet eden zorluklara karşı da
en güzel şekilde sabreder ve sürekli Allah’a dua ederek, Allah’tan
yardım dilerler. Onlar için, hayatları boyunca bu yolda ilerleyebilmek
ve Allah’ı razı edecek salih amellerde ve davranışlarda bulunabilmek çok
önemlidir. Müminlerin bu yoldaki istekleri, şevkleri, güçleri ve
kararlılıkları, onların Allah’a karşı duydukları içten sadakatin ve
teslimiyetin bir göstergesidir.
Allah’a ibadet etmekte kararlılık gösterirler
Kararlılık, herhangi bir amaca ulaşmak için, hiçbir engel ve zorluk
tanımadan, azimli bir şekilde çaba harcayıp, yapılması gerekenleri tam
olarak yerine getirmektir. Bu anlamda kararlılık, müminlerin hayatları
boyunca ihtiyaç duydukları ve kendilerine Allah’ın rızasını kazandıran
çok önemli bir ahlak özelliğidir. Allah, aşağıdaki ayet ile müminleri,
ibadetlerinde kararlı davranmaları konusunda uyarmıştır:
|
|
|
|
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu
halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan
birini biliyor musun? (Meryem Suresi, 65) |
|
|
|
|
Allah, Kuran’da, Kendisi’ne inanan salih müminlerin hayatları boyunca
uymaları gereken tüm emir ve yasakları bildirmiş ve dünya hayatında
yaşamaları gereken imani olgunluğu ve ahlak özelliklerini onlara
açıklamıştır. Her Müslüman, Kuran’dan sorumlu olduğunu ve Allah’ın
rızasını kazanmanın önemini bildiği için, Allah’ın kendisine indirdiği
tüm emir ve yasaklara uyar ve bu dünyada cennete layık olabilecek bir
ahlaka ulaşmaya çabalar. Müminler, Allah’a en güzel şekilde kulluk eder
ve Allah’ın razı olacağı umulan düşünce ve davranışlarda bulunurlar.
Allah Kuran’ın pek çok ayetinde müminlerin yapmaları gereken
ibadetleri anlatmıştır. Müminler bu konuda hiçbir gevşeklik
göstermezler. Tüm ibadetlerini severek ve isteyerek en güzel şekilde
yerine getirirler. Allah, müminlerin bu konudaki kararlılıklarını
Kuran’da şöyle haber vermiştir:
|
|
|
|
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı
zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya
kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı
(dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37) |
|
|
|
|
Müminler Allah’ın, ”Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a
ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için
boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir
etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.” (Hac Suresi,
37) ayetiyle bildirdiği gibi, yaptıkları bu ibadetleri Allah Katında
asıl olarak değerli kılacak olanın, kalplerinde taşıdıkları niyetleri
olduğunu bilirler. Bu nedenle de ihlas ve samimiyetle hareket etmeye
büyük özen gösterirler.
Müminler ibadetlerindeki bu kararlılığı, Allah’ın hoşnut olduğu ve
ayetlerle tarif ettiği üstün ahlaka kavuşmak için de gösterirler.
Müminlerin bu yönde gösterdikleri çaba ve kararlılık, güzel ahlakı
yaşayabilmek için nefislerine karşı verdikleri samimi mücadeleden de
anlaşılır.
Allah, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak insana iki yol
göstermiştir: iyi yol ve kötü yol. Müminler hayatları boyunca güzel bir
ahlak gösterebilmek için, nefislerindeki bu kötü yola sapmaktan
sakınırlar. Örneğin mümin öfkelenilecek bir durumla karşılaştığında
kararlı bir şekilde öfkesini yener ve bağışlayıcı bir tavır gösterir.
Kibirli bir kimseyle karşılaştığında, ona kibirli bir şekilde karşılık
vermez; kararlılık gösterir ve tevazusunu korur. Rabbimiz Kuran’da, ”…
Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara’ hazır (elverişli)
kılınmıştır…” (Nisa Suresi, 128) şeklinde buyurmuş, nefsimizin bencil
tutkularına karşı dikkatli olmamızı ve güzel ahlakta kararlılık
göstermemizi emretmiştir. Allah’ın bildirdiği ahlakı yaşayan insan,
cömert, paylaşmayı seven ve kendinden çok diğer insanları düşünen biri
haline gelir. Her koşulda kararlılığını korur ve çevresindeki insanlara
her zaman için ‘sözün en güzelini’ söyler.
Müminler Kuran ahlakına büyük bir saygı ile bağlıdırlar. Hayatları
zorluk ve sıkıntılar içinde geçse de, bolluk ve refah içinde yaşasalar
da, Kuran ahlakından hiçbir şekilde taviz vermezler. Allah’ın
Kuran’da, ”Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a
ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara Suresi,
156) ayetiyle bildirdiği gibi, Allah’a olan bağlılıklarını ve
teslimiyetlerini hiçbir zaman için kaybetmezler. Müminlerin bu şekilde
hareket etmeleri onlara güçlü bir kişilik kazandırdığı gibi, onları
imani açıdan da olgunlaştırır. Allah Kuran’da iman edenlerin bu üstün
ahlakını ve Allah’a karşı olan sadakat ve teslimiyetlerini şöyle
övmektedir:
|
|
|
|
İyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hanif
(tevhidi) olan İbrahim’in dinine uyandan daha güzel din’li kimdir?
Allah, İbrahim’i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125) |
|
|
|
|
Allah Kuran’da, dinine teslim olan Hz. İbrahim’i övmüş ve onu dost
edindiğini bildirmiştir. Allah müminlerin her şartta değişmeyen
teslimiyetli tavırlarını ve Kendisi’ne olan bağlılıklarını Kuran’da
şöyle haber vermiştir:
|
|
|
|
Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi
kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, marufu emrederler,
münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir. (Hac
Suresi, 41) |
|
|
|
|
Müminlerin Kuran ahlakını yaşamaktaki kararlılıklarını gösteren bir
diğer özellikleri de, Allah’ın rızasını kazanma çabalarında süreklilik
göstermeleridir. Müminler sürekli olarak Allah’ın rızasını kazanmayı
düşünür, bunun için salih amellerde bulunurlar. Allah’ın sevdiği ve
rahmet ettiği bir kul olabilmeyi içten arzu ederler. Hayatları boyunca
Allah’ı vekil tutar, din ahlakını katıksızca Allah’a halis kılarak
yaşarlar. Müminlerin hiçbir gevşekliğe kapılmadan, sürekli olarak
imanlarını güçlendirmeye çalışmaları, Allah’a duydukları sadakatin
onlara sağlam bir kararlılık kazandırdığını göstermektedir.
Ahiret için ‘ciddi bir çaba’ gösterirler
Müminlerin Allah’ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için hayatları
boyunca ‘ciddi bir çaba’ göstermeleri, onların Allah’a olan
sadakatlerinin bir göstergesidir. Rabbimiz Kuran’da müminlere Allah’ın
rızasını ve ahiretini kazanmak için ‘ciddi bir çaba’ göstermekle sorumlu
olduklarını buyurmuştur. Müminler bu ‘ciddi çabayı’, hem kendi
nefislerini imani açıdan olgunlaştırıp Allah’ın hoşnut olacağı bir
yapıya kavuşturmak, hem de Allah’ın Kuran’da tarif ettiği güzel ahlakı
insanlara anlatmak için gösterirler. Müminlerin çabası, onların Allah’a
olan teslimiyetlerinin getirdiği ‘güç ve azim’ sayesinde ortaya
çıkmaktadır. Allah’a karşı duydukları iman ne kadar güçlü olursa,
Allah’ın onların kalplerine hissettireceği şevk ve heyecan da o kadar
kuvvetli olacaktır. Allah, Kuran’da, müminlere Kendi yolunda ciddi bir
çaba harcamalarını şöyle öğütlemiştir:
|
|
|
|
Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba
göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra
Suresi, 19) |
|
|
|
|
İşte müminler ciddi çabayı ilk olarak kendi nefislerini Allah’ın razı
olacağı umulan bir hale getirmek için harcarlar. İnkar eden bir
kimsenin ise, -iman etmediği sürece- kendi nefsiyle mücadele edebilmesi
ve bunda hayat boyu kararlı olup, ciddi bir çaba gösterebilmesi mümkün
değildir. İnsanların bir kısmı hayatlarını Kuran ahlakından uzak,
tamamen kendi istek ve tutkularına göre yaşamaktadırlar. İçlerindeki bu
istekten hiçbir zaman vazgeçemedikleri için, Allah’ın rızasına göre bir
hayat yaşamaya da yanaşmazlar.
Nefsin, iman etmeyen insanlar üzerindeki zorlayıcı etkisi
anlaşıldığında, müminlerin nefisleriyle yaptıkları mücadelenin büyüklüğü
de ortaya çıkmaktadır. İnkar edenler kendi nefislerinin isteklerine
yenilirken, müminler Allah’a iman ettikleri ve O’na içten bağlılık
oldukları için, nefisleriyle en güzel şekilde mücadele edecek bir güce
ve isteğe sahiptirler. İnsanın kendi isteklerine ve tutkularına göre
değil de, tamamen Allah’ın istediği şekilde hareket etmeye çalışması,
şüphesiz ki ancak Rabbimiz’e duyulacak içten bir bağlılıkla mümkündür.
Müminler, Allah’ın ”Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi
nefislerinizdir…” (Maide Suresi, 105) ayeti gereği, dünyada üstlenmeleri
gereken en büyük sorumluluklardan birinin, kendi nefislerini terbiye
etmek olduğunun farkındadırlar. Hayatları boyunca kendilerine sürekli
olarak kötülüğü emreden ve kendilerini Allah’ın rızasından
uzaklaştırmaya çalışan bu saptırıcı güçle mücadele halindedirler.
Nefislerinin aldatmacalarına karşı son derece uyanık olur ve Allah’ın
rızasına uygun olmayacak hareketlerden şiddetle kaçınırlar. Amaçları
Allah’ın rızasını kazanmak olduğundan, Allah’ın ”İnsanlardan öylesi
vardır ki, Allah’ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın
alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” (Bakara Suresi,
207) ayetiyle bildirdiği gibi, kendi nefislerini geri planda tutup daima
Allah’ın rızasına uygun şekilde hareket ederler. Müminlerin nefislerini
Allah’ın razı olacağını umdukları bir hale getirmek için gösterdikleri
bu içten ve teslimiyetli çaba, Allah’a karşı bir ömür boyu kesintisiz
olarak gösterdikleri sadakatin güzel bir örneğidir. Bu çabadan da her
zaman kazançlı çıkarlar; Allah onları rahmetiyle ve yardımıyla destekler
ve her işlerini en hayırlı şekilde sonuçlandırır.
Müminler, nefisleri konusunda göstermiş oldukları bu ‘ciddi çabanın’
yanı sıra, Allah’ın seçip beğendiği, insanlar için en uygun hayat tarzı
olan İslam ahlakını insanlara anlatıp yaygınlaştırmak ve böylece dünya
üzerinde fitne ve bozgunculuğun sona ermesi için de büyük bir ‘çaba’
harcarlar.
Dünya tarihi boyunca, inkar edenler, hak dinlerin, dolayısıyla
müminlerin ve peygamberlerin karşısında olmuşlardır. Onların
faaliyetlerini engellemeye ve çeşitli iftiralar atarak onları insanların
gözünde küçük düşürmeye çalışmışlar, hatta onlara fiziksel saldırılarda
bulunup, şiddet uygulamaktan da geri kalmamışlardır. İman edenler ve
peygamberler yeryüzünde dirlik ve düzeni sağlamak, inkar edenlerin fikri
ve fiziki saldırılarını engellemek büyük bir ‘çaba’ göstermiş, bu yolda
birçok zorluk ve tepkiyle karşılaşmışlardır. Çeşitli iftiralara maruz
kalmış, bulundukları şehirlerden sürülmüşlerdir. Ancak tüm bu zorluklara
rağmen Kuran ahlakını yaşamaktan asla vazgeçmemiş, kınanmaktan
korkmamış ve gösterilen haksız tepkilerden etkilenmemişlerdir.
Zorluklar iman edenleri hiçbir zaman için yılgınlaştırmamakta, aksine
onları daha şevkli ve daha güçlü hale getirmektedir. Onlar,
Allah’ın ”Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın
rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (Araf Suresi, 56) ayetiyle
bildirdiği üzere, yeryüzünde huzur, adalet ve mutluluğun egemen
olabilmesi için, hiçbir karışıklık ve bozgunculuk olmaması gerektiğinin
farkındadırlar. Bunun da sadece Kuran ahlakının yaşanmasıyla
gerçekleşebileceğini bildiklerinden, Kuran ahlakını insanlara anlatmak
için samimi bir çaba harcarlar.
Peygamber Efendimiz de ”Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel
ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca
konuşan kimseye buğz eder” (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt,
Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 15/9) ve ”Ruhumu kudret altında tutan
Allah’a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri
girer” (Tirmizi; Huccetü’l İslam İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 2.
cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998,
s.792) hadis-i şerifleriyle güzel ahlakın önemine dikkat çekmiş ve
müminleri bu konuda samimi bir çaba harcamaya davet etmiştir.
Allah’ın ve Peygamberimiz (sav)’in güzel ahlak konusundaki
tavsiyelerini bilen müminler, hem kendi nefislerine karşı mücadele etmek
hem de Kuran ahlakını insanlara anlatmak için büyük bir çaba
gösterirler. Onların bu uğurda tüm hayatlarını ve sahip oldukları
herşeyi feda edebilecek bir kararlılık gösterebilmeleri, Kuran’a sımsıkı
sarılmalarıyla ve Allah’a karşı şiddetli bir sadakat ve bağlılık
duygusu içinde olmalarıyla mümkün olabilmektedir. Allah Kuran’da,
müminlerin Allah’a verdikleri sözü tutarak, O’na olan sadakatlerini
kanıtladıklarını şöyle bildirmektedir:
|
|
|
|
Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- Allah ile
yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını
gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile
(sözlerini) değiştirmediler. Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru
olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracak, münafıkları da
dilerse azaplandıracak veya tevbe (nasip edip tevbe)lerini kabul
edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzab Suresi,
23-24) |
|
|
|
|
Peygambere Sadıktırlar
Peygamberin Allah’ın elçisi olduğuna iman ederler
Allah, çağlar boyunca tüm insanlara, kendilerine dini tebliğ etmesi,
bilmediklerini bildirmesi, onları temizleyip arındırması için,
Kendisi’nden bir rahmet olarak peygamberler göndermiştir. Peygamberleri
diğer insanlardan farklı kılan, onların Allah’ın özel olarak
görevlendirdiği, yani ‘seçtiği’ insanlar olmalarıdır. Bu nedenle
peygamberler, müminler için çok ‘değerli’ insanlardır. Müminler Allah’a
karşı içten bir bağlılığa sahip oldukları için, Allah’ın kendilerine bir
‘rahmet’ olarak gönderdiği peygamberlere karşı da derin bir sevgi ve
saygı duyar, onlara da güçlü bir sadakat ve bağlılık gösterirler.
Peygamberlerle ilgili konuşmalarında ve davranışlarında çok sevgi dolu
ve saygılı bir üslup kullanırlar.
Ayrıca müminler, Allah’ın elçilerine iman edip sadakat göstermenin,
Allah’ın bir emri olduğunu da bilirler. Peygamberler, Allah’ın dinini
tebliğ eden ve iman edenlerin örnek aldıkları kimselerdir. Kendilerine
verilen bu büyük sorumluluk peygamberlerin imanlarının çok üstün ve
güçlü olduğunu gösterir. Bundan dolayı müminlerin, Allah’ın elçisine
sadık kalmaları, onun tavsiyelerine uymaları, onlara büyük bir kazanç
sağlar. Allah Kuran’da, Allah’a ve O’nun Resulüne uyan kimselerin
ahirette üstün bir karşılık göreceklerini bildirmiştir:
|
|
|
|
Allah’a ve O’nun Resulüne iman edenler; işte onlar Rableri
Katında sıddıklar ve şehitler (veya şahitler)lerdir. Onların ecirleri ve
nurları vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar
da cehennem halkıdır.(Hadid Suresi, 19) |
|
|
|
|
Bir diğer ayette ise Allah, Peygamberimiz (sav)’e sadık kalarak O’nun yolunu izleyen kimseleri şöyle müjdelemektedir:
|
|
|
|
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği)
yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul)
uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü)
yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların
ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar,
destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru
izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157) |
|
|
|
|
Allah’ın Resulüne sadık olan, O’nun yolunu izleyen müminler, dünyada
büyük bir rahatlığa ve huzura kavuşacaklardır. Bu da onların gücüne güç,
imanlarına iman katıp artıracak ve -Allah’ın izniyle- Allah’ın
rahmetini ve cennetini kazanmalarına vesile olacaktır.
Peygambere itaat ederler
İman edenlerin peygamberlere olan sadakatlerinin en önemli
göstergelerinden biri, onların Allah’ın elçileri olduğunu bilerek,
sözlerine en güzel şekilde itaat etmeleridir. Allah Kuran’ın pek çok
ayetiyle inanan kimseleri peygamberlere itaat etmeye çağırmıştır.
Peygamberler ise tarihin her döneminde, yaşadıkları toplumları Allah’a
ve kendilerine itaat etmeye davet etmiş, dünyada ve ahirette
kurtuluşlarının ancak bu ahlakı göstermeleriyle mümkün olacağını
hatırlatmışlardır.
Müminlerin Allah’a ve elçilerine karşı itaatli bir şekilde hareket
etmeleri, onların Allah’a karşı olan sadakatlerinin doğal bir sonucudur.
Allah müminlerin, elçilerin hükümleri karşısında, Allah’a olan
teslimiyetlerini şu şekilde dile getirdiklerini bildirmektedir:
|
|
|
|
Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve elçisine
çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü: “İşittik ve itaat ettik”
demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. (Nur Suresi, 51) |
|
|
|
|
Dolayısıyla ancak samimi bir sadakat ile yaşanabilen bir davranış
olan itaat de, yine sadece müminlerin gösterebilecekleri bir tavırdır.
Allah Kuran’ın pek çok ayetinde itaatin önemini ve bu ahlakın müminlere
kazandıracağı güzellikleri haber vermiştir. ”Allah’a ve elçisine itaat
edin, ki merhamet olunasınız.” (Al-i İmran Suresi, 132) ayetiyle Allah,
elçilere olan itaatin, müminlere Allah’ın merhametini kazandıracağını
bildirmiştir. Bu nedenle müminler bu konuya çok önem verirler.
Allah’ın ”De ki: “Allah’a ve elçisine itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse
şüphesiz Allah kafirleri sevmez.” (Al-i İmran Suresi, 32) ayetiyle
bildirdiği gibi, bunun kendilerine Allah’ın rızasını kazandıracak bir
tavır olduğunu bilerek bu konuya büyük bir titizlik gösterirler.
Allah Kuran’da, müminlerin elçilere olan sadakatlerini ve itaat konusundaki kararlılıklarını şöyle bildirmektedir:
|
|
|
|
Müminler o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ederler,
onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, O’ndan
izin alıncaya kadar bırakıp-gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin
alanlar, işte onlar Allah’a ve elçisine iman edenlerdir. Böylelikle,
senden bazı işleri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver
ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah bağışlayandır,
esirgeyendir. (Nur Suresi, 62) |
|
|
|
|
Allah’ın ayette dikkat çektiği gibi, müminlerin Allah’ın Resulünden
izin almadan bir işe girişmemeleri, O’na karşı duydukları içten
bağlılığın ve sadakatin açık göstergelerinden biridir. Müminlerin
göstermiş oldukları bu teslimiyetli tavır, onların Peygamberimiz
(sav)’in sözlerine ve O’nun vereceği hükme ne kadar önem verdiklerini ve
O’nun herhangi bir konuda yaptığı çağrıya hemen itaat ettiklerini
göstermektedir. Allah, diğer bir Kuran ayetinde, müminlere Peygamberimiz
(sav)in, kendilerine ‘hayat verecek’ şeylere yaptığı çağrılara icabet
etmelerini şöyle öğütlemiştir:
|
|
|
|
Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı
zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi
ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp
toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24) |
|
|
|
|
Allah’ın elçilerine itaat, müminlere dünyada ve ahirette büyük
yararlar sağlayan ve onları çeşitli hayırlara ulaştıran önemli bir
ibadettir. Peygamberimiz (sav)’in ”Size iki şey bırakıyorum. Bunlara
uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Resulünün
sünneti” hadis-i şeriflerinde de bildirdiği gibi, Müslümanların en
önemli iki yol göstericisi Kuran ve Peygamber Efendimizin
sünnetidir. (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr.
İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 328).
Günümüzde Peygamberimiz (sav)’e itaat ise, O’nun ahlakını en güzel
şekilde örnek alıp uygulamak ve O’nun yolunu izlemekle mümkün olacaktır.
Kuran’a Sadıktırlar
Allah, çağlar boyunca pek çok kavme elçiler ve peygamberler göndermiş
ve Kendi Katından hak kitaplar indirmiştir. Allah, Hz. Davud’a Zebur’u,
Hz. Musa’ya Tevrat’ı, Hz. İsa’ya İncil’i ve son olarak da Hz. Muhammed
(sav)’e Kuran’ı indirmiştir. Kuran’dan önce indirilmiş olan kitaplar
tahrif edildiğinden, Allah Kuran’ı son kitap olarak indirmiş ve onun
değiştirilemeyeceğini ve onu koruyacağını vadetmiştir. Kuran, Allah’a ve
Resulüne iman eden her insanın rehber edineceği tek kitaptır.
Müminler Kuran’a göre hareket ederler ancak Kuran’dan önce indirilmiş
hak kitaplara da inanır ve saygı duyarlar. Çünkü, Allah’ın ”O sana
kitabı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi…” (Al-i
İmran Suresi, 3) ayetiyle bildirdiği gibi, Kuran daha önce gönderilmiş
İlahi kitapları da tasdik etmektedir. Buna bağlı olarak bir mümin,
gönderilen tüm elçilere de inanarak, Allah’ın ”Ey iman edenler, Allah’a,
elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba
iman edin…” (Nisa Suresi, 136) ayetiyle bildirdiği gibi, hiçbirini
diğerinden ayırt etmez. Ancak müminler Allah’ın, koruması altında
olduğunu bildirdiği Kuran’ı kendilerine rehber edinirler. Allah Kuran’ın
hiçbir bozulmaya uğramadığını ve kıyamete kadar da korunacağını
bildirmektedir. Hicr Suresi’nde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
|
|
|
|
“Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” (Hicr Suresi, 9) |
|
|
|
|
Rabbimizin mesajı olan Kuran müminler için çok önemlidir. Mümin,
Allah’ın kendisi için ‘seçip-beğendiği’ dini ve kendisine emrettiği
sorumlulukları Kuran’dan öğrenir. İhtiyaç duyduğu akıl için müminin
kılavuzu yine Kuran’dır. Hayatı boyunca karşısına çıkacak tüm olaylarda,
hareketlerini Allah’ın Kuran’da bildirdiği emir ve tavsiyelere göre
yönlendirir. Allah, Kuran’ın uyulacak tek kılavuz olduğunu Müslümanlara
şöyle bildirmektedir:
|
|
|
|
“…Biz kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik” (Nahl Suresi, 89)
“İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun
yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice
öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim
Suresi, 52) |
|
|
|
|
Müminler, Allah’ın kendilerine öğüt verdiği ahlakı, emirleri, kıyamet
gününde ve ahiret hayatında karşılaşacakları gerçekleri sadece
Kuran’dan öğrenip, bilgi sahibi olabilmektedir. Allah’ın ”Andolsun bu
Kuran’da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda
bulunduk…” (Kehf Suresi, 54) ayetiyle bildirdiği gibi, bir müminin
hayatı boyunca ihtiyacı olan tüm bilgiler Kuran’da bulunmaktadır. Bundan
dolayı müminler, sürekli olarak Kuran’ı okur, Allah’ın ayetlerine iman
eder ve karşılaştıkları her olayı Kuran’a göre değerlendirirler.
Allah’ın Kuran ile bildirdiği herşey müminler için’doruğunda-olgunlaşmış
birer hikmet’tir (Kamer Suresi, 5). Bu nedenle müminler, Kuran’a
‘sımsıkı sarılır’ ve Allah’ın bildirdiği tüm hükümleri titizlikle
uygulamaya çalışırlar. Allah, müminlerin Kuran’a olan bu güçlü
bağlılıklarını şöyle bildirmiştir:
|
|
|
|
Kendilerine verdiğimiz kitabı gereği gibi okuyanlar, işte
ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkar ederse, artık onlar hüsrana
uğrayanların ta kendileridir. (Bakara Suresi, 121)
Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecirlerini kaybetmeyiz. (Araf Suresi, 170) |
|
|
|
|
Allah’ın, ”Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından
da tastamamdır. Onun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir,
bilendir.” (Enam Suresi, 115) ayetiyle bildirdiği gibi, Kuran doğruluk
ve adalet bakımından tastamamdır. Bu nedenle Kuran’ı kendilerine rehber
edinen müminler, hayatlarının her anında olabilecek en güzel, en huzurlu
ve en mutlu şekilde yaşarlar.
Müminlerin Allah’ın kendilerine bir ‘hidayet, öğüt ve şifa’ olarak
gönderdiği Kuran’a sımsıkı bir şekilde bağlanmaları, onların imanlarını
ve Allah korkularını artırmakta ve onları Allah’a yakınlaştırmaktadır.
Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle haber vermiştir:
|
|
|
|
De ki: “İster ona inanın, ister inanmayın: O, daha önce
kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman, çenelerinin üstüne
kapanarak secde ederler.” Ve derler ki: “Rabbimiz Yücedir, Rabbimiz’in
vaadi gerçekten gerçekleşmiş bulunuyor.” Çeneleri üstüne kapanıp
ağlıyorlar ve (Kuran) onların huşu (saygı dolu korku)larını
artırıyor. (İsra Suresi, 107-109) |
|
|
|
|
Devlete ve Millete Sadıktırlar
İman eden tüm insanlarda olduğu gibi, ülkemizdeki inançlı insanların
da devletimize ve milletimize karşı sadık ve itaatkar bir tavır
içerisinde olmalarının temel nedeni, Allah’ın Kuran’da bildirdiği güzel
ahlakı benimsemiş olmalarıdır. Kuran ahlakını yaşayan kimselerin
devletimize bağlı olmalarının bir diğer nedeni de, devletin tanımı
içerisinde bulunmaktadır.
Devlet, ortak bir hayatı ve kültürü paylaşan bir toplumda, bu toplumu
düzenleme, koruma, refah ve huzuru sağlama gibi amaçlar güden ve bu
amaçlara ulaşmak için de en adil yöntemleri kullanan kurumdur. Bu
tanımdan da anlaşılacağı gibi, bir ülkede bulunan insanların mutlu,
huzurlu ve düzenli bir şekilde yaşayabilmesi, milli birliğin ve
beraberliğin sağlanabilmesi ve bunların sonucunda ülkede dirlik ve
düzenin kurulabilmesi için, devletin gücüne ve otoritesine ihtiyaç
vardır. Devlet ülkenin ve milletin varlığı için en gerekli ve en önemli
kurumdur. Gerek ülkenin savunulmasında, gerekse toplumsal güven ve
barışın sağlanmasında, gerekse de ekonomik ve sosyal hayatta devletin
rolü ve önemi çok büyüktür.
Bu nedenle, ülkeye zarar vermek isteyen her grup, ilk olarak devleti
ve devlet otoritesini hedef almaktadır. Tarih boyunca bölücü ideolojiye
sahip çeşitli örgütler ve kişiler, devletin var olan otoritesinden büyük
rahatsızlık duymuş ve her fırsatta devleti yıpratmak ve devletin
önemini azaltmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Devletin çeşitli alanlardaki müdahalesinden ve işlevinden rahatsız
olan bu kimselerin fikirlerini ve amaçlarını incelediğimizde, hepsinin
temel bir noktada birleştiğini görürüz: Dini ve dinin getirdiği güzel
ahlakı ortadan kaldırmak. Devlet aleyhtarı olan bu kimseler, devletin
üniter yapısını yıkıp, kendi dinsiz ideolojilerine göre
şekillendirdikleri bir sistemi yerleştirmeye çalışmaktadırlar.
Dinsizliği benimsedikleri için, sorunları hep öfke ve şiddet ile çözmeye
çalışır ve ülkedeki dirlik ve düzeni bozmayı amaçlarlar. Şüphesiz ki bu
durum, hem ülke hem de bu ülkede yaşayan insanlar için büyük bir
tehlike ve tehdittir. Bu nedenle var olan bu tehlikeyi önlemek, ortadan
kaldırmak, toplumsal barış ve huzuru muhafaza etmek için, her bireyin
devlete saygı ve bağlılık duyması ve itaat etmesi gerekmektedir.
Ancak tüm bunların ötesinde önemle üzerinde durulması gereken bir
nokta daha vardır ki, bu da devlete itaatin, toplumda görülen ahlak
anlayışına bağlı olmasıdır. Bir toplumda menfaatler, isyankarlık,
çatışmacılık ve her türlü alanda ortaya çıkan ‘dejenerasyon’ makul
görülürse, saygı, şefkat, fedakarlık, adalet ve hoşgörü gibi kavramlar
terk edilirse, bu durumda o toplumun bireylerinin devlete bağlı olmaları
da düşünülemez. Bu nedenle devlete bağlılığın temelinde güzel ahlak
yatmaktadır. İşte Kuran ahlakını yaşayan kimseler bu gerçeğin bilincinde
olan insanlardır. Manevi değerlere bağlılığın, Kuran ahlakını
yaşamanın, beraberinde hem devlete hem de millete bağlılığı
getireceğinin ve bunun sonucunda da ülkenin yaşam standardının
yükseleceğinin farkındadırlar.
Müminler bu gerçeğin bilinciyle, büyük bir şevk ve istekle insanlara
Kuran ahlakını anlatmaya çalışmakta ve onları Kuran ahlakını yaşamaya
davet etmektedirler. Böyle bir çabanın, ülkenin ve milletin yararına
olması onların bu konudaki şevk ve isteklerinin ana kaynağını
oluşturmaktadır.
Kuran ahlakının müminlere ve insanlara getireceği başka bir güzellik
de vardır ki, bu güzellik, itaat özelliğidir. Kuran ahlakı, beraberinde
insanlara itaat özelliğini de kazandırdığı için, Kuran ahlakının
uygulanması ve insanlara anlatılması, devletin güçlenmesinde ve
toplumsal mutluluğun ve huzurun sağlanmasında çok önemli bir işleve
sahiptir. Kuran ahlakının uygulanması ve yayılması, devletin ve milletin
varlığı ve birliği açısından oldukça önemlidir. Bu sayede Kuran
ahlakına göre yaşayan insanların oluşturduğu bir toplum, hem güzel ahlak
göstererek milli birliği ve beraberliği sağlayacak, hem de devlete
itaatin en yüksek derecede yaşandığı bir ortam ortaya çıkacaktır.
İnsanlar daha merhametli, daha şefkatli, daha adaletli ve hoşgörülü
olacak, bu da insanlar arasındaki milli birliği ve beraberliği
pekiştirecektir. Kuran ahlakının yaygınlaşması, her bireyin Kuran
ahlakını yaşaması, her türlü anarşiyi, terörü ve ahlaksızlığın ortaya
çıkardığı ‘dejenerasyonu’ ortadan kaldıracak ve büyük bir barış, düzen
ve huzur ortamı getirecektir. Allah, Kuran’ın pek çok ayetinde
insanların oluşturduğu kargaşa ve karışıklığı ‘bozgunculuk’ olarak
nitelemiş ve tüm insanlara bundan sakınmalarını emretmiştir:
|
|
|
|
…Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesat) yaparak karışıklık çıkarmayın. (Bakara Suresi, 60)
O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi)
yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba
harcar. Allah ise bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 205)
…Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını)
eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından
sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın. Bu sizin için daha
hayırlıdır, eğer inanıyorsanız. (Araf Suresi, 85) |
|
|
|
|
Görüldüğü gibi iman sahibi kimseler, Kuran ahlakını yaşadıkları için
devlete ve millete bağlı olan ve büyük saygı duyan insanlardır. Devletin
güçlenmesi, milli birliğin ve beraberliğin sağlanabilmesi için Kuran
ahlakına ihtiyaç olduğundan, Kuran ahlakını insanlara anlatan ve bu
güzel ahlakı yaşamaya davet eden müminler, bundan büyük bir şeref ve
mutluluk duymaktadırlar.